Şefaat

Şefaat

Şefaat selefi ekolünün ve diğer ekollerin içinde ifrata ve tefrite düşmüş olanlarının en çok hücum ettiği bir konu olması itibarı ile bu bahis önemlidir. Biz ehlisünnetin düşüncesini ifade edip şirk olarak gören zümrelerin dinlenmemesi ve tartışılmaması konusunda kesin hüküm sahibiyiz. Siz okuyucularımıza da bu tavsiyede bulunarak Ehlisünnetin görüşü budur böyle itikad ederiz diyerek tartışmak isteyenlerden uzak durulması kanaatindeyiz.

Nebilerin ve sâlihlerin ahirette büyük günah işleyen kullara olan şefaatinin hak olduğuna inanmanın Ehl-i Sünnet’in bir alâmeti olduğu belirtilmektedir Biz böyle itikad ederiz

Şefaat bir terim olarak “Âhirette peygamberlerin ve Salihler ve veliler gibi kendilerine izin verilen kimselerin müminlerin bağışlanması için Allah’tan niyazda bulunmaları” anlamına gelmektedir.

Tarih boyunca şefaate ilişkin olarak tartışılan hususları üç kısımda ele almak mümkündür. Bunlardan ilki şefaatin varlığı ve yokluğu hakkındadır. Ehl-i sünnet ulemâsı başta olmak üzere, Şia, Muʿtezile ve Havâric gibi çeşitli mezheplere mensup ulemanın ekserisi, keyfiyeti hususunda ihtilaf etmekle birlikte şefaatin varlığında ittifak etmişlerdir. Biz böyle itikad ederiz

Ancak Cehmiyye âhiretle ilgili diğer bazı hususları inkâr ettiği gibi şefaati de inkâra gitmiştir. Ayrıca Osman el-Kırmânî’nin (ö. 641/1243’ten sonra) Cehmiyye’nin alt fırkaları arasında saydığı Meyliyye adlı fırkanın da şefaati inkâr ettiğini belirtmiştir. Zira onlara göre şefaat adeta iltimas geçmek demektir. Dolayısıyla şefaat “Hiçbir babanın evlâdından fayda göremeyeceği, evlâdın da babasından hiçbir yarar sağlayamayacağı bir günden korkun.” ve “İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar.” ayetlerine ters düşmektedir. Yanlış itikattır.

İkinci husus şefaat etmeye yetkili olan kişi veya kişilerin kim olduğu meselesidir. Müminlerin cennetteki derecelerinin ziyadeleşmesi açısından Hz. Peygamber’in müminlere şefaatinin hak olduğu ancak kâfirlere herhangi bir şefaatin söz konusu olmadığı hususunda İslâm âlimleri ittifak etmişlerdir. Diğer kullara gelince, yine İslâm âlimlerinin önemli bir kısmı, Allah indinde önemli dereceleri bulunan, melekler, Sahabîler, âlimler, velîler, sıddîklar ve sâlihler gibi bir takım zevâtın da O’nun izniyle şefaat edebileceklerini öne sürmüşlerdir. Biz böyle itikad ederiz. Şiî âlimler ise bu kimselere imamları da dâhil etmişlerdir.

Şefaatle ilişkili olarak tartışılan diğer bir husus ise, şefaatin büyük günah işleyerek tövbe etmeden ölen kişiler için mi veyahut küçük günah işleyerek tövbe etmeden ölen kişiler için mi olduğu hususudur. Bu konuda mezhepler arasında sistemleşen fikirleri üç kısımda ele almak mümkündür.

 Muʿtezile’den Ebû Huzeyl Allâf’ın (ö. 235/849-50[?]) savunduğu birinci görüşe göre şefaat yalnızca küçük günah işleyenler içindir.

 Birinci görüşe yakın olan ikinci görüşe göre ise, şefaat yalnızca müminler içindir. Dolayısıyla büyük günah işleyerek ölen kimseler fâsık, hatta zâlim veya fâcir olduklarından şefaate müstahak değildir. Haricîler ve Muʿtezilî âlimlerin büyük bir kısmı bu görüşü savunmaktadır.

Ehl-i sünnet ve Şiî âlimlerine göre ise şefaat büyük günah işleyerek tövbe etmeden ölen Müslümanlar içindir. Biz böyle itikad ederiz.

Kevser Havzı

Hz. Peygamber’in âhirette kevser havzının bulunduğunu ve ümmetini bu havızdan su içireceğini belirterek, buna inanmayı Ehl-i sünnet’in alâmetleri arasında saymakta, Biz böyle itikad ederiz

 Cehmiyye’nin buna inanmadığını belirtmektedir. Terim anlamıyla “Hz. Peygamber’in âhirette bulunan ve ümmetiyle yanı başında buluşacağı havuz veya nehir” olarak ifade edebileceğimiz havz-ı kevser, Kur’ân’da olduğu gibi yer almamakta ancak çeşitli hadislerde varlığından bahsedilmektedir. Hz. Peygamber’in bu havzın yanı başına kimleri alıp kimleri almayacağı ve hatta alamayacağı hususu tarih boyunca ulemâ arasında tartışılmış ve bazı siyasî-itikadı fırkalar söz konusu rivayetleri kendi düşüncelerine göre yorumlamışlardır. Yanlış itikattır.

Ancak havzın varlığı hakkında sistemleşen görüşleri üç kısma ayırmak gerekmektedir. İlki İmâmiye Şîası da dâhil olmak üzere İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğunun benimsediği havzın hak olduğuna dayanan görüştür. Bu grupta yer alan ulemâ konuyla ilgili nakledilen haberlerin sahih, mütevatir veya meşhur olduğu kanaatini taşımaktadırlar. Bu âlimlere göre mevzubahis olan haberlere itimat etmek gerekmektedir ve ayrıca havz-ı kevserin başına varmak Hz. Peygamber’in ümmetine olan bir lütfudur. , Biz böyle itikad ederiz

İkinci görüş ise kevser havzının varlığını kabul ettiği halde bunun “Allah’ın rızası” anlamına gelen bir mecâz veya temsil olduğunu iddia etmektir. Bu görüş de Muʿtezilî âlimler başta olmak üzere bazı Şiî grupların da benimsediği bir görüştür. Üçüncü görüş ise, kevser havzının inkâr edilmesidir ki Cehmiyye başta olmak üzere Havâric ve Dırâriyye’nin benimsediği görüş budur. Yanlış itikattır.

Rü’yetullah

Allah’ı âhirette keyfiyet ve teşbih olmaksızın görebileceğine inanmanın Ehl-i sünnet’in alâmetlerinden biri olduğudur. Biz böyle itikad ederiz

Rü’yet görüşünü inkâr edenler ancak Mutezilî ve Neccârî olduklarını belirtmektedir. Yanlış itikattır.

Terim anlamıyla müminlerin Allah’ı âhirette görmesi manasına gelen bu terim ilm-i kelâmın konusu olup, tarih boyunca üzerine çeşitli tartışmalar yapılmış lehte ve aleyhte görüşler irad olunmuştur. Allah’ın âhirette görülmesi hususunda sistemleşen görüşleri iki kısımda ele almak mümkündür. Ehl-i sünnet âlimlerinin savunduğu birinci görüşe göre Rü’yet âhirette müminler için mümkün fakat kâfirler için imkânsızdır. Ehl-i sünnet’in bu hususta dayandığı en büyük delil ise “Oysa o gün bazı yüzler rablerine bakarak mutlulukla parıldayacak el-Kıyame 75/22-23 ayetleridir. Bu grupta yer alan Ebû Hanîfe el-Fıkhu’l ekber adlı eserinde müminlerin Allah Teâlâ’yı arada herhangi bir mesafe olmaksızın, teşbihsiz ve keyfiyetsiz baş gözleri ile göreceğini vurgulamaktadır. Biz böyle itikad ederiz

Mürcie’nin önemli bir kısmı başta olmak üzere Cehmiyye, Muʿtezile, Hâriciyye ve Zeydiyye’nin savunduğu ikinci görüşe göre ise âhirette Allah’ın görülmesi imkânsızdır. Bu grupta yer alan ulemâ, insanların dünyada Allah’ı görmelerinin mümkün olmadığı gibi âhirette de görmelerinin mümkün olmayacağını belirterek, bazı âyetleri delil olarak sunmaktadırlar. Biz böyle itikat etmeyiz.

İbrahim YERLİKAYA

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir