LEVHİ MAHFUZ KADER LEVHASI

LEVHİ MAHFUZ KADER LEVHASI

Hanefiyye-Mâtürîdiyye’nin sahip olduğu görüş olup kâinatta meydana gelecek olan bütün vakaların ve kulların gelecekteki bütün davranışlarının levh-i mahfûza yazılıdır.. Ebû Hanife Allah’ın dilemesi, kazası, takdiri ve ilminin levh-i mahfuzdaki yazısı olmaksızın, dünyada ve âhirette hiçbir şey gerçekleşmeyeceğini belirtmiştir. Burada vurgulanan husus, bilgilerin levh-i mahfûza yazılmasının kula herhangi bir mecburiyet veya zorunluluk getirmediğidir Böyle itikad ederiz.

Sakıncalı görüşlere gelince, Zeydiyye ve Muʿtezile âlimlerinin savunduğu görüş olup, levh-i mahfûza yazılan olayların sadece kulların başlarına gelecek olan felâket ve musibetleri içerdiği görüşüdür. Onlara göre insanların fiilleri levh-i mahfûza yazılmış olsa bile, kulların burada yazılı olanlara muhalif davranışlarda bulunmaları mümkündür. Kalem ve levh-i Mahfûz birer melektir. Kalemle levh-i mahfûza gerçeklerin yazılması, kalemi temsil eden meleğin gerçekleri düşünerek levh-i mahfuzu temsil eden meleğe aktarması demektir.

Kaderin değişmesi hususunda ise üç farklı görüş mevcuttur.

 Bunlardan ilki Muʿtezile’nin savunduğu görüş olup, kaderin ilâhî ilimle sabit ve değişmez olduğu yönündedir. Ayetlerde levh-i mahfûzda yazılı hususlardan Allah’ın dilediğini silip dilediğini olduğu gibi bırakacağının delili kulların yaratılışlarıyla ilgilidir.

İkinci görüş ise Tahanevî ve Kâmil Miras gibi ulemanın görüşüdür. Bunlara göre Allah’ın ilmiyle direkt ilişkili olduğu için kader değişmez.Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun yanındadır.” er-Raʿd 13/39. ayetinde belirtildiği gibi naslarda geçen silmek anlamındaki “mahv” ve olduğu gibi bırakmak anlamındaki “isbât” kavramları ile kastedilen şey kazanın kendisidir. Kaza ise herhangi bir şarta ve sebebe bağlı olmayan anlamında “kazâ-i mübrem” ve sebeplere ve şartlara bağlı kılınan anlamında “kazâ-i muallak” olmak üzere ikiye ayrılır. Kazâ-i mübrem değişmez. Ancak “Şu şöyle olursa bu da böyle olur.” şeklinde şartlara bağlanan Kazâ-i muallak ise değişebilir.

 Üçüncü görüş ise Sünnî ve Şiî âlimlerin savunduğu görüş olup, bu görüşe göre kader Allah’ın hem zatî hem de fiilî ilminden ibarettir. Zatî ilminden ibaret olan kader değişmezken, fiilî ilminden ibaret olan kader ise değişebilir. Değişen kader ise, levh-i mahfûzda veya meleklerin bilgileri dâhilinde bulunandır. Dolayısıyla Allah’ın fiilî ilminden ibaret olan kader kazaya dönüşmediği müddetçe değişmesi mümkündür.

 Ebû Hanife’nin konuyla ilgili görüşü, Allah’ın kaderi levh-i mahfûza hüküm olarak yani kesin ve zorla zorlamayla yazmadığı; kesbî kulun çalışmasına yani niteleme olarak yazdığı yönündedir. Yani burada Allah’ın kullarının kaderlerini yazması, aynı ray üzerinde birbirinden habersiz bir şekilde birbirine doğru ilerleyen iki hızlı treni gören bir kişinin, trenlerin kısa bir süre sonra çarpışacağını yazmasına benzemektedir. Böyle itikad ederiz.

O halde hâl-i hazırda saîd olan bir mümin, ömrünün sonunda dahi imandan ayrılmaya niyet ederse, levh-i mahfûzda onun saîd olması silinerek, şakî olması yazılır ve kişi ömrünün sonunda dahi olsa şakî olabilir. Nitekim şeytan da başlangıç itibariyle saîd iken şakî olmuştur. Aynı şekilde şakî olan bir kimse de, iman etmeye niyet ederse, onun hakkında levh-i mahfûzda yazılı olan “şakî” silinir ve yerine “saîd” yazılır, o kişi buna azmettiği için Allah’ın fazlı ve hidayetiyle şakî iken mühtedi olup saîd olur. Böyle itikad ederiz.

Bu görüş aynı zamanda Ehl-i sünnet’i “sû-i hâtime”(imansız ölüm ve son) kavramıyla ifade edilen, imansız ölme korkusunu kulun benimsemesi ve bunu hak olarak görmesi düşüncesine sevk etmiştir. Zira iblis de bir zamanlar Allah’ın en itaatkâr kuluyken daha sonra Allah’a isyan etmiş ve lanetine uğramıştır. O halde mümin daima son nefes kaygısı taşımalı ve akıbetinden dolayı Allah’tan korkarak bunu hak olarak bilmelidir. Zira insanın saîd iken daha sonra kötülüklere ve dalâlete saparak şakî olması mümkündür. O halde insan havf/korku ve reca/ümit arasında olmalı. Yani Allah’ın rahmet ve mağfiretinden ümidini kesmeksizin son nefes kaygısı taşımalıdır. Sonundan emin olarak hareket etmemelidir. Böyle itikad ederiz.

Ecel

Sözlükte, “belirli bir müddetin sonu” olarak geçen ecel, İslâm’da, ölüm vakti, borcun son ödeme tarihi, iddet süresi, helâk olan kavimlerin helâk olmadan önce kendilerine tanınan müddet gibi birçok farklı anlamda kullanılmakta olup, burada “ölüm anı, ölüm vakti” anlamı irdelenecektir.

Ehl-i Sünnet’in alâmetlerinden birinin de ecelin hiçbir şekilde ileri alınamayacağına veya tehir edilemeyeceğine, her maktulün eceliyle öldüğüne, Allah’ın onun ölümünü o vakitte mukadder kıldığına inanmaktır. Selef, Eşʿârî ve Mâtürîdî âlimlerine göre hiçbir canlının Allah’ın kendisi için takdir ettiği zamandan önce veya sonra yaşamayacağı gibi, Allah’ın kendisi için takdir ettiği ölüm anı gelmeden önce de ölmez. Her canlı ister kazara veya katledilerek ölsün, isterse de bunların dışındaki sebeplerle ölsün, eceliyle ölür. “Allah, eceli gelince hiç kimsenin ölümünü ertelemez.” el-Münafikun 63/11. ayeti buna tam olarak işaret etmektedir. Ehl-i Sünnet’e göre Allah’ın takdir ettiği ecelin onun ilmi dışında değişmesi anlamında hiçbir canlının ömrü uzamaz ve kısalmaz. Böyle itikad ederiz. Bunun aksini iddia edenler, hatalıdır.

Âhiret ve ölüm

Ehl-i Sünnet’in alâmetleri arasında saydığı hususlardan biri ölüm meleğinin Allah’ın emriyle ruhu kabzetmekle görevli olduğunu bilmektir. Nâziât süresinin ilk iki ayetinden yola çıkarak ruhları kabzetme işini Azrail’in tek başına yapmadığı ve bu işi yapmakla görevli olan bir takım meleklerin de kendisiyle birlikte hareket ettiği belirtilmiştir Böyle itikad ederiz.

 Cehmiyye’nin ölüm meleğinin ruhu kabzettiği inancını inkâr eder. Cehmiyye mensupları, ölüm meleği hususunda önemli ve aykırı bir takım fikirler öne sürmüşlerdir. Ölüm meleği adında bir meleğin bulunmadığını, canlıların ruhlarını bedenlerinden ayıranın da ölüm meleği olmadığını iddia etmişlerdir. Bu itikad yanlıştır.

Kıyamet ve Haşr

Ehl-i Sünnet’in alâmetlerinden saydığı hususlar arasında kıyametin şüphesiz hak olduğunu, yaklaşmakta olduğunu bilmek ve öldükten sonra dirilişin hak olduğunu bilmek de yer almaktadır Böyle itikad ederiz. ATEİST VE DİNSİZLER bu inancı inkâr ederler. Kıyametin keyfiyeti hakkında İslâm mezhepleri arasında çeşitli tartışmalar yer alsa da varlığı hususunda herhangi bir ihtilaf söz konusu değildir. Ancak yukarıda âlemin Ezeliliği başlığı altında değindiğimiz ve kâinatın ezeli olduğunu ve bir yaratıcısının bulunmadığını iddia eden ateist ve materyalist bir akımdan ibaret olduğunu zikrettiğimiz Dehriyye ’de zaman her şeyin asıl sebebi ve gücüdür. Bu akım, ateizm odaklı bir düşünce yapısına sahip olduğu için kıyamet gününü ve âhiret hayatını da inkâr etmektedir.

İbrahim YERLİKAYA

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir