Kur’ân’ın Mahlûk(yaratılmış) Olup Olmadığı
Mâtürîdî ve Eşʿârî âlimlerinin büyük çoğunluğu Kur’ân’ın manası Allah’ın zâtı ile kaimdir. Kur’ân’ın lafızlarından soyutlanmış aslı ise ezelidir ve mahlûk değildir. Allah’ın zatı ile kaim olan sıfatlarının mahlûkatın sıfatlarına benzetilmesi imkânsızdır. Manası itibariyle Kur’ân’ın mahlûk olduğunu söylemek küfürdür. Fakat bunu manayı insanların idrak alanına indiren Kur’ân lafızları mahlûktur. Çünkü bunlar ardışık ve sebeplere bağlı olan harf ve seslerden oluşmaktadır. Kur’ân lafızları gerçek manada değil mecazi manada kelâmullah olarak adlandırılır. Allah’ın zatıyla kaim olmayan Kur’ân’ın lafızları önce levh-i mahfuzda ardından Cebrail’den veya peygamberlerin kalbinde yaratılmıştır. Kur’ân lafızlarının nâzil oluşu, okunuşu ve yazılışı da kadîm değil hâdistir. Biz böyle itikad ederiz.
Kader Kulların Fiilleri
Ehl-i sünnet inancına göre, ister hayır olsun ister şer, kulların bütün fiillerinin yaratıcısı Allah’tır. Biz böyle itikad ederiz.
Kulların fiillerinin, Allah tarafından yaratılmadığını iddia edenlerin Muʿtezilî, kulun bunlarda hiçbir etkisi olmadığını iddia edenler ise Cebrî’dir. Allah’ın masiyet (günah) ve küfrü takdir etmediğini iddia eden Kaderiye de yanlış görüştedir. Biz bunlar gibi itikad etmeyiz.
Muʿtezile’nin önemli bir kısmına göre ise kişi fiillerinde mutlak özgürdür. Allah kullarını, kendi fiillerini bizatihi kendi iradeleriyle yapabilecek güç-kudret vermiştir. Dolayısıyla onlara herhangi bir müdahalede bulunmaz. Onlar da bu kudretle fiillerini icra ederler. Muʿtezile adl ilkesi gereği Allah’ın kötü fiilleri işlemeyip iyi fiilleri işlediğini, dolayısıyla masiyetin (Günahın) bizzat insan eliyle gerçekleştiğini de öne sürmüştür. Zira onlara göre Allah, masiyet, zulüm, küfür ve şer gibi fiilleri meydana getirmekten münezzehtir. Biz bunlar gibi itikad etmeyiz.
Cebriyye’nin de önderi sayılan Cehm b. Safvân kulların bütün fiillerinin Allah tarafından yaratıldığını ve kulun bunda hiçbir etkisinin bulunmadığını, dolayısıyla ister iman olsun ister küfür, ister itaat olsun ister isyan, bütün fiillerin failinin Allah olduğunu ileri sürmüştür. Cebriyye’ye göre kulların mecazî manada bir gücü bulunsa da bu güç fiilin ortaya çıkması için yeterli değildir. Dolayısıyla ister müspet manada olsun ister menfi manada, hiçbir fiil kula nispet edilemez. Biz bunlar gibi itikad etmeyiz. Cebriye bu düşüncesine delil olarak ise “Savaşta onları siz öldürmediniz, onları Allah öldürdü; (oku) attığında da sen atmadın, Allah attı; bunu da müminlere kendinden güzel bir lütufta bulunmuş olmak için yaptı. Allah her şeyi işitmekte, her şeyi bilmektedir.” el-Enfâl 8/17 âyetini kullanmaktadır.
Ehlisünnet kullara ait fiillerin tamamının yaratıcısının Allah olduğunu, bu fiillerin Allah’ın dilemesi, ilmi, hükmü ve kaderiyle gerçekleştiğini, ancak küfür, şer ve masiyetlerde Allah’ın herhangi bir rızası veya emri olamaz Allah şerleri de yaratır fakat rıza göstererek yaratmaz. Biz böyle itikad ederiz.
Kulların ihtiyarı fiillerini gerçekleştirmesi için kendilerine gerekli olan vasıtalar ve bu vasıtaları kullanmak için kendilerinde bulunan güç ve kudret fiil işlendiği an Allah tarafından yaratılır. Eş zamanlıdır. Güç ve kudret fiilden önce kullarda var olsaydı, insanlar fiillerini gerçekleştirmek istediğinde Allah’a ihtiyaç duymazlar, O’na dua etmek durumunda kalmazlardı. Bu durumda kulların hiçbir zaman aciz olmamaları gerekirdi. Ancak bu durum yanlış olmakla beraber dinin özüne aykırıdır.
Kul bir fiili icra edeceği esnada kendisinde var olan güç ve kuvvetle bu fiili yapmaya muvaffak olur. Eğer kullar iyi işlere yönelir de güç ve kudret kuvvetlerini bu manada kullanırsalar Allah’ın tevfik ve inayeti onlara yetişir ve onlar söz konusu işi gerçekleştirmeye muvaffak olurlar. Eğer kötü bir işe yönelir de bu güç ve kudretlerini yönde harcarsalar, Allah onlara hızlân verir, yani inayetini ve yardımlarını onlardan çeker. Kullar da o işi gerçekleştirmiş olurlar. Dolayısıyla GÜÇ KUDRET VE KUVVET, tevfik ve hızlânın üçü de fiille birliktedir. Biz böyle itikad ederiz.
Muvâfât ve Kader’in Değişmesi
Ehl-i Sünnet’e göre Allah’ın şakî olan kulunu kendi fazlıyla saîd; saîd olan kulunu da kendi adaletiyle şakî yapabileceğini ifade eder. Ehl-i Sünnet’in alâmetlerinden birinin de imansız ölme endişesinin Allah’tan olduğunu bilmektir. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer başta olmak üzere diğer bazı sahabenin daha önce putlara taptılar. Fakat sonra mümin oldukları gibi şeytanın da daha önce mümin bir kul olduğu ancak yüz çevirip asi olduktan sonra Allah’ın lanetine uğradığını belirtmekte, bunun bilinmesini Ehl-i Sünnet’in alameti olarak saymaktadır Biz böyle itikad ederiz. Kaderin değişmesiyle alakalı olarak Allah’ın ezeli ilmiyle, imanla öleceğini bildiği kulundan, doğumundan itibaren hayatı boyunca razı olduğunu; küfür üzere öleceğini bildiği kulundan da doğumundan itibaren razı olmayıp ona gazap ettiğini savunan görüştür. Yani Allah’ın vaʿd ve vaʿîdi, rıza ve gazabı kullarının ölüm anındaki imanla veya küfür üzere ölmesiyle alakalıdır. Dolayısıyla ölüm anında küfürle giden kişi hayatı boyunca mümin olarak bir saîd gibi yaşasa da, o yaşamı boyunca Allah’ın gazabına müstahaktır. Çünkü o şakî/âsi olarak ölecektir. Ancak hayatı boyunca küfür üzere şakî olarak yaşayıp ölmeden önce iman ederek imanıyla ölecek olan kişi de hayatı boyunca Allah’ın rızasına mazhardır. Biz böyle itikad ederiz. Hz. Peygamber’den nakledilen “Saîd annesinin karnındayken saîd olmuştur, şakî de yine annesinin karnındayken şakî olmuştur.” Doğrusunu Allah bilir.
Hz. Peygamber’in Allah’tan getirdiği vahyi tasdikten ibarettir. Bunu ifa eden herkes, ifa ettiği andan itibaren mümindir. Öleceği zaman küfürle gidecek olmasının Allah tarafından bilinmesi, kulun şimdiki halini değiştirmez. Allah’ın o kuluna olan davranışı ve yaklaşımı, onun öleceği zamandaki statüsüne göre değil, şimdiki statüsüne göredir. Çünkü Allah’ın ilmi ezelidir ancak kullarıyla ilişkili olan malumatı, kulunun hal ve hareketine göre değişiklik göstermesi mümkündür. Allah’ın yasak meyveden yiyen Hz. Âdem’e önce gazap etmesi, Hz. Âdem’in tövbesinden sora ise ondan razı olması bu hususa en güzel örnektir. Biz böyle itikad ederiz.
O halde Eş’arîlik ile Mâtürîdîlik arasında bu hususun ihtilaflı olduğu ortadadır. Zira Eşʿarîlere göre saîd olan kişi doğmadan önce şakî yazılmıştır. Ömrünün sonunda dek saîd olsa da, Allah indinde şakilerle eşittir. Yine saîd olan kimse de doğmadan önce saîd yazılmıştır. Ömrünün sonuna dek şakî olarak kalıp da ömrünün sonunda iman edecek olsa dahi, hayatı boyunca Allah katında statüsü saîdler gibidir. Mâtürîdîlerde ise kişinin şakî veya saîd olduğu ana göredir. Ölüm anındaki durumuna göre değildir. Zira bu kişi levh-i mahfûzda şakî olarak yazılmış olsa ve bu kişi saîd olmaya azmetse, levh-i mahfûzda yazılı olan bu bilgi saîd olarak değişir. Gerçekte de Allah’ın inayeti ile bu kişi ihtidâ ederek saîd olur. Dolayısıyla bu husus aynı zamanda kaderin levh-i mahfûza yazılması ve değişmesiyle de yakından ilgilidir. İki görüşte doğrudur.