Fiilî Sıfatlar/Hâlık ve Râzık Sıfatlarının Ezeliliği

Fiilî Sıfatlar/Hâlık ve Râzık Sıfatlarının Ezeliliği

Allah’ın Hâlık YARATAN ve Râzık RIZK veren sıfatları ezelden beri vardır. Bizim itikadımız böyledir. O her türlü eksiklikten münezzehtir. Kısacası Allah yaratmadan önce de hâlık, rızık vermeden önce de râzıktır. Allah İRADE sıfatıyla dilemekte, KUDRET sıfatıyla yapabilme gücüne sahip olmakta, TEKVİN sıfatıyla da yaratmaktadır.

 Allah mahlûkatı yaratıncaya kadar hâlık değildi, onlara rızık verinceye dek de Râzık değildi. Sözü bizim itikadımıza göre değildir. Bu görüş bidattır dinin bir hakikatini iptal eder.

Âlemin Ezeliliği

Allah’ın âlemi ve bütün mevcudatı yoktan var ettiğine ve sonradan yarattığına, yani âlemin sonradan olduğuna inanmak da Ehl-i Sünnet’in görüşüdür.  Biz böyle itikad ederiz.

 Dehriyye kâinatın herhangi bir yaratıcısı olmaksızın kendin kendine oluştuğunu ve ezeli olduğunu savunan ateist ve materyalist bir felsefî akımdır. Kâinatta gerçekleşen bütün olayları “zaman” anlamına gelen “dehr”in gücüne bağlayıp, her gerçekleşen şeyin asıl sebebinin “zaman” olduğunu iddia edip bu nedenle sık sık zamandan şikâyet eden ve ahirete inanmayan bu akım, Hz. Peygamber devrinde de mevcuttu. Hatta sık sık dehre sövmeleri sebebiyle, Hz. Peygamber’in, “Dehre sövmeyiniz, çünkü dehr Allah’tır.” buyurduğu kaynaklarda mevcuttur. Âlemin sonradan olmayıp ezeli olduğunu iddia edenlerin ise zındık ve zamanla kâinatın bir yaratıcısı olmayıp kendi kendine olduğunu söyleyen ateistler ve dinsizlerin itikadı böyledir. Biz bu itikadı yanlış görürüz…..!

Tecsim,(CİSİMLENDİRME Teşbih(BENZETME) ve İstivâ(KAPSAMA)

1.Allah’ın sıfatları bakımından hiçbir mahlûkatına benzetilmez. Biz böyle itikad ederiz

Her kim Allah’ın insan şeklinde olduğunu ve insanî özelliklerle vasıflandığını öne sürerse onun ancak melʿun (lanetlenmiş) bir Müşebbihî Allah’ın mahlûkatına benzediğini söyleyenlerden biz uzağızBiz bu itikadı yanlış görürüz

2.Allah her yerdedir Cehmiyye Kerrâmîlerin “Allah Teâla bir cisimdir ancak bizim bildiğimiz cisimler gibi bir cisim değildir. Biz bu itikadı da yanlış görürüz

3. Ehl-i sünnet inancına göre, istivâ  (kapsama ve kuşatma) ayetlerinin teşbih ve keyfiyet belirtilmeksizin Allah’ın arşa istivâ ettiği ve arşın üzerinde olduğu şeklinde anlarız. Biz böyle itikad ederiz.

YANLIŞ BATIL OLANLAR 

Mücesseme:Allah’ın bir ölçüsü ve miktarı olup olmadığı hususunda birçok alt fırkaya ayrılmıştır. Hişâm b. El Hakem (ö. 179/795), Allah’ın sınırlı, enli, derin, uzun, bir cisim olduğunu; parlak bir nur olduğunu; eni, boyu ve derinliğinin eşit olduğunu; parlayan saf bir altın gibi olduğunu; miktarının kendi karışıyla yedi karış olduğunu; rengi, tadı, kokusu ve duyargası olduğunu; tıpkı insanlar gibi hareket ettiğini, sabit durduğunu veyahut oturup kalktığını öne sürmüştür. Bazısı O’nun bir cisim Olduğunu ancak diğer cisimler gibi bir cisim olmadığını öne sürerken, bazısı O’nun arşa temas ettiğini iddia etmiştir. Bazısı sağa, sola, yukarıya, aşağıya, öne ve arkaya doğru hareket ettiğini; bazısı O’nun alanının âlemin alanı kadar olduğunu öne sürmüştür. Mukâtil b. Süleyman (ö. 150/767) O’nu insana benzetirken, Cevâribî, O’nun gövdesinin ağzından göğsüne dek olan kısmının boş olduğunu; el-Cevâlikî ise O’nun eti, kanı ve eli, ayağı, gözü, burnu, kulağı ve ağzı ve siyah saçları olduğunu öne sürmüştür.

Teşbih: Allah’ı sonradan yaratılan yani hâdis olan mahlûkâta benzetme” anlamına gelen teşbih ise, genel kanaate göre ilk kez Şia içerisinde zuhur etmiş, zamanla teşbihe yönelen bu alt gruplara genel bir ifade ile Müşebbihe adı verilmiştir. Müşebbehinin ulûhiyete dair olan manası kapalı olup anlaşılması zor olan naslara lafzî bir takım anlamlar yükleyerek bu anlayışı uydurma rivayetlerle de destekleyen Haşviyye kanalıyla ortaya çıktığı belirtilmiştir. Allah’ın zatının insana benzetilmesi hususunda Mücessime ile Müşebbihe’nin görüşleri aynıdır. Her ikisi de Allah’ın insana benzeyen sınırlı bir varlık olduğunu, el, yüz, göz, baş gibi organları olduğunu çeşitli yönlere hareket ettiğini öne sürmüştür. Müşebbihe ayrıca ilâhî sıfatları insanların sıfatlarına ve fiillerine benzetmiştir. Yine Allah’ın ilahî niteliklerinden bazısının insanlara girmesini (hulul) öne sürmüştür. Biz bu itikadı yanlış görürüz.

Kerrâmiyye’ninkurucusu olarak kabul edilen Muhammed b. Kerrâm’ın (ö. 255/869) en dikkat ve tepki çeken görüşlerinden biri “Rahman arşa istivâ etmiştir.” et-Tâhâ 20/5 

Mealindeki âyete, Allah’ın zâtı itibariyle tek ve bir cevher olduğunu, üst taraftan ise arşa temas ettiğini belirtmekte; O’na yer değiştirmek, bir halden başka bir hale geçmek, nüzul etmek olmak üzere üç durum isnat etmiştir. Hatta bazı Kerrâmîlerin Allah’ın bir kısmının arşın üzerinde yer aldığını bir kısmının ise arşı tamamen doldurduğunu öne sürmüştür. Biz bu itikadı yanlış görürüz. Kerrâmîler ise öncekilerin istivâ ile ilgili görüşlerini “Allah bir cisimdir ancak bizim bildiğimiz diğer cisimler gibi bir cisim değildir.” Şeklinde özetleme yoluna gitmiştir. Onlara göre zatıyla kaim olan her şey bir cisim ise, Allah’a da “cisim” denilmesinde herhangi bir sakınca yoktur. Biz bu itikadı yanlış görürüz.

Cehmiyye ise teşbih ve tecsim hususunda yukarda adı geçen fırkalardan ayrılmakla birlikte, Allah’ı, “varlığı ancak akılla idrak edilebilen, duyu organlarıyla muttali olunamayan, ulûhiyetiyle göklerde ve yerde mevcut olan yüce bir varlık” olarak tanıtmaktadır. Cehmîlerin göklerde ve yerde gerçekleşen her şeyin O’nun bilgisi dâhilinde olmasını, “O’nun göklerde ve yerde olması, yani her yerde mevcut olması” şeklinde yorumlamaları eksik ve noksandır açıklamaya ihtiyaç duyar.

Ehli Sünnet akaidi Kâinattaki her şeyi Allah’ın ezeli ilmiyle bilmesini “Mahlûkât nerede olursa olsun, Allah bütün ilmiyle onları kuşatmaktadır. Biz böyle itikad ederiz

Allah’ın Mahlûkata Hitabı Allah Teâlâ’nın Hz. Mûsâ ile mecazen değil hakikaten konuştuğunu kalp ile tasdik ve dil ile ikrar etmeyi Ehl-i Sünnet’in itikadıdır. Biz böyle itikad ederiz. Bu husus aslında Allah’ın kelâm sıfatıyla ilgilidir. Kelâm, Allah’ın konuşması, nidâ etmesi, hitap etmesi veya söylemesi anlamında kullanılan bir sıfattır. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın bazen doğrudan doğruya bazen de elçileri vasıtasıyla kullarıyla konuştuğuna dair birçok âyet mevcuttur.87 Bu sebeple vahye “kelâmullah” adı verilmiştir. Allah’ın Hz. Mûsâ’ya Tûr dağının sağ cenahından “Ey Mûsâ!” şeklinde nida ettiği Kur’ân’da mevcuttur.88 Ayrıca Allah’ın kelâm sıfatına işaret eden birçok hadis de mevcuttur

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir