Kötülük neden var ?

Kötülük neden var ?

Bizim algılarımız dualite esası yani kıyas ile ancak işlevselleşir . Yani tüm algılarımız mutlaka kıyas yaparak farkı ayırabilir . Kıyas için en az iki farklı yapıya ihtiyaç vardır . Buradan klasik ekoller bu kıyasın bir neticesi olarak işe yarayışlı olana iyi , yaramayan veya varlığın koşullarını aşağı çeken şeylere kötü deme ihtiyacı duymuştur . Yine klasik ekoller kötülüğü şeytanla özdeşleştirmiş , biraz daha psikolojik ve hatta parapsikolojik ekoller bunu bireyin benci davranışlarının zahir oluşu şeklinde anlamıştır . Ancak biz bu gün bütün bu bilinenin ötesinden bakarak anlamaya çalışacağız dualiteyi . Bunu anlarken belki ayaklarımızı bu anlayışların tamamına basarak biraz daha yükselmeye çalışacağız . İlk evvel bu anlayışların neresi eksiktir ki biz daha öteden bakmak ihtiyacına girdik derseniz . Bu klasik anlayışlar genellikle kötülüğü kendilerinden uzakta bir merkeze yerleştirerek , kendilerinden uzak , kendilerini de kötülükten azade bir yere yerleştirerek yahut yalancı bir tevazu içerisine gizlenerek bunu anlamaya ve anlatmaya çabalar . Bizim bakacağımız pencere tevhid penceresidir . Bu pencerede sen , ben bulunmaz . Öteki beriki olmaz . 

Tevhid penceresinden iyi ve kötü nasıl anlaşılır ? 

Cümle yaratılmış olan mutlak yaratanın vechesinden bir veche taşımakla beraber , yaratılmış olmanın bir gereği olmak üzere bir vechesiyle daha aşağı terkiplerin vechesini de yansıtmakta memur olmuş ; kendi içerisinde orijinal ve biriciktir . Bir yanı ruhun mutlak mükemmel den neşet eden parıltısını taşır iken bir vechesi ile toprağın , maddenin , benci , bireyselliğini ve hatta mutlak varlığın kendi zatından olan bir yansıyışa teşne olur . İnsan olmak demek aslen ruh ve maddeden oluşan iki ayrı cevherin birlikteliğinden  bahsetmek demek . Cevher anlayışı kolaylaştırmak maksatlı bir misal olması için nasıl tüm renkleri oluşturan üç ana renk var ise sarı , kırmızı , mavi bunun gibi tüm varlık manzumesi bilemediğimiz kadar çok cevherlerin müşterek veya münferit birlikteliğinden neşet eder . Biz Kur’an dan üç cevherin ismini duyarız . Biri insanın toprak olarak ifade edilen madde bedeni , diğeri ona Allah’ın ruhumdan üfürdüm dediği menşei sır olan o ruhtan bir nefha , diğeri ise cin topluluğunu meydana getiren dumansız ateş olarak tarif edilen ayrı bir cevher . Biz insanı bu ruh ve madde den terkip olarak bilmekle beraber varlık manzumesini oluşturan sonsuz cevherlerin olabileceğini sezgisel olarak biliriz . Bizi ilgilendiren bu iki cevher üzerinde duracağız iyi ve kötüyü tanımlarken . Çünkü aslen ruhun tevhide açılan bir pencere olduğunu ancak maddenin kendi orjininin bu tevhidden gelen yüksek manevi yönlendirmelere yeterince cevap verememesi sebebiyle bu yüksek manevi tesiratı adeta bir prizmanın ışığı kırarak renklerine ayrıştırdığı gibi  kırarak kendi rengine boyadığını biliriz .Bu kendi rengine boyama esnasında madde de tevhidi kendi çapında tezahür ettirir ancak maddenin tevhidin de ki farklılık madde bu tevhidi kendi iç çeperleriyle sınırlı tutar adeta kendini mutlak yaratan olarak bilir . Yani kendi varlığını asıl bilir . Kalan tüm yaratılmışların üzerinde olduğunu zanneder. Ben der kısaca , sadece ben üzerinden diğer varlıkları konumlandırır. Bu ruhun tevhidi ile fersah fersah farklı bir anlayış ve onun yanında çok eksik olarak içerisinde kulluğu barındırmayan bir eksiklik içerir . İşte bu ayrışma ile kesret alemi neşet eder . Kesret alemi o gelen mutlak mükemmel tesirattan sadece bir veya daha azını ancak bu aleme sirayet ettirebilir iken bundan sebep bir yanıyla orjinalitesi olur iken bir yanı ile hiç veya çok az bir şekilde icra edebildiği bir yüksek manevi tesirattan yani eksiklikten bahsetmek icap eder . Bu eksiklik bu alemde kötülük olarak zuhur eder . Ancak varlığın bir yanı ise mutlak mükemmel olan rabbin orjinal tesiratından da bir nefhayı taşır . Bu orjinal nefha o varlığın sebebi nüzulu iken , yansıtamadığı eksik tarafları o varlığın gayrete muhtaç olan ve üzerinde hayat boyu çalışacağı alanın çerçevesini oluşturur .  

Bu cevherlerin girişim yapmasından ve tüm varlık manzumesini oluşturmasın dan maksat ise her bir cevherin orjinalitesinin asıl yaratıcısı olan Allah’ın karşısında eksiklik içermesi ve ama her yaratılmış olanın kendi yaratıcısına olan sonsuz iştiyaki , aşkı , merakı , sevgisi sebebiyle diğer cevherlerde gizlenmiş olan Rabbe ait sıfat , fiil ve isimleri arama hasreti dir . Her bir cevher diğer cevhere kıyas ile eksiktir . Ve her bir cevher kendi varoluş prensibine uygun meydana geldiği ve girişim yaptığı diğer cevherden de sürekli bir renk akışına maruz kaldığı için adeta bir yandan kendi rengini muhafaza etmeye çalışırken diğer yandan da girişim yaptığı cevherin bilgisine ulaşabilmek için onun rengine boyanmaya çalışır . Bu büyük bir çatışma ortamıdır . İki cevher birbiri ile adeta çatışmak durumunda kalır . Kendi orjinalitesini mi sürdürüp devam etsin yoksa aşkına kavuşmak için kendi varlığından mı geçsin . Bu yüzden tasavvuf aşksız olmaz . Varlık attığı her adımda bununla karşılaşacak ve tercihler yapmak zorunda kalacaktır . Ya ruhun beni tanımayan rengine uyup kendi çıkarlarından vazgeçecek yahut ruhu boş verip kendi varlığını önceleyecek . Ve ama bir taraftan da yaratılış itibarı ile bu iki cevherden sürekli vicdan kanalıyla olsun , zevk ve keyif vasıtasıyla olsun bir çekilime uğrayacaktır . Peki bize yürüyün diye gösterilen yol hangisidir ? Ruhun yolu mu yoksa maddenin yolu mu ! İşte iyiyi iyi yapan , kötüyü kötü yapan da budur . Bir varlık hangi istikamete doğru yürüsün diye var edildiyse o istikamet üzere attığı her adım doğrudur , iyidir . Ve varlığı o istikametten alıkoyan her ne varsa o da yanlıştır , kötüdür en iyi ihtimalle eksiktir . 

İnsanın yolu nedir ? 

  • İnsan gerçekte ne tastamam ruhun yolundan yürümeye nede tastamam maddenin yolundan yürümeye memur edilmiştir . Çünkü bu her iki kanalda da var olan varlıklar zaten varlar . İnsan kendinde bulunan bu iki orjinin de terkibinden aslen maddenin ona telkin ettiği ben ile ruhun ona telkin ettiği vahdeti mecz etmekle mükellef olmuştur . Yani ne sadece ruh gibi nede sadece madde gibi . Yani ne sadece kendi beninin etrafında dönmeli dünya veyahut nede kendinden büsbütün vazgeçmeli insan . Ki nadirattan da olsa ruhun egemen şuur olarak gözlemlendiği hallere adım atar kamiller ama orada yine nadirattan sürekli kalmaya memur olur . Çünkü yapacağı çok önemli bir işi vardır ki o da bu biliş ve şuuru maddeye ve kesret alemine tatbik etsin . Kesret alemi dedik mi “ben” anlaşılmalı . Çünkü vahdet aleminde iken paylaşacak bir “ sen “ bulamaz varlık . Dolayısı ile o şuura adım atar ve sonra tekrar kesretin içerisine döner . Hem o şuur ile yeniden yaşamını reforme eder , hemde bu şuuru diğer yolculara , saliklere , ihtiyaç sahiplerine aktarır . Çünkü cümle ümitsizlik , cümle rahatsızlık zaten varlıkların kendilerini bir “ ben “ den ibaret sayışlarından ortaya çıkar . Dünyanın bir çatışma ve bozgunculuk oluşuna sebep bu benci varoluşa kaptırıp da insanın oyalanıp , oynayıp durmasıdır . Ve bilmek gerek ki bu her iki cevherin de derinliği neredeyse sonsuzdan sonsuza uzanır . Bu yüzden bu iki sonsuzun girişiminden de sonsuz sayıda anlayış meydana gelir . Bunların her biri varoluş mekanizmasında ki bir eksik dişli , bu tabloda ki bir rengin terkibidir . Yani her varlık aslen kendi vazifesinde , kendi merkezinde var olur . Burada her varlığa düşen vazife işgal ettiği alanın içerisini olabildiğince yukarıdan gelen tesirata açarak bu tesiratı maddeye indirmek , adeta yukarının bir halifesi gibi maddeyi şekillendirip , ruhun tesiratına ve yönlendirmesine uygun , münbit bir alan haline getirmektir . İşi biter ve her cevher kendi alemine döner . Ama her biri bir diğerinden kendine bir şeyler katmış olarak döner .
  •  Ruhun kendi orjinalitesine dönüşü , maddenin kendi orjinalitesine dönüşü başlı başına bir ayrışma , yeniden damıtılma gibi bir süreçtir . Yani dünyadayken bu her iki cevher birbirine o kadar girişim yapar ki bunların yeniden kendi orjinlerine dönüşü için cennet ve cehennem müesseseleri var edilmiştir . Ruh üzerindeki maddeye ait kalın , kaba tesir ve rengi ancak böyle bir ara merkezde üzerinden atabilir . Orada tüm yaşantısının meydana getirdiği tüm geri dönüşlerle karşılaşır . Bunları tekrar tekrar yaşar . Bunların meydana getirdiği sonuçları tekrar tekrar müşahede eder . Ve orada her iki cevherden üzerine eksik ve tamam ne bulaştıysa onları orada temizler . Ve bütün bunları bilemediğimiz bir zaman mefhumunda yapar ki zaman da aslen maddeden ona bulaşan bir tesirdir . Zaman ve mekan mefhumu maddenin temin ettiği bir imkandır . Veyahut maddenin daralttığı bir mefhum desek daha doğru olur . Bu daraltma hadisesinin tekrar genişlemesi veya dahada daralması yine varlığın bu yaşantısında ne kadar kendinden beklenen vazifeleri yapabildiği doğrultuda gerçekleşir . Ne kadar maddeyle özdeşleşmiş bir yaşam sürdüyse o kadar dar ve sıkışık bir mekanda kendini buluverir . Çünkü maddenin olanak verdiği ile ruhun olanakları kıyas kabul etmez . Bu da cennet ve cehennem olarak tanımlanmış . Kimi varlıklar için maddeden arınmak neredeyse imkansız hale gelmiş çünkü o hayatı boyunca sadece maddeye odaklı benci bir yaşam sürmüş kimi için ise madde hep icaben uymak zorunda kaldığı , adeta bülbüle kafes olmuş . Bülbül kafesten kurtulduğunda ne yaşarsa cennet ona öyle olmuş . Kimi ise kafesini beğenmiş sevmiş , donatmış , süslemiş kafesi ona yar olmuş .

Hamdi Kemal BAYRAM

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir