Bilmek Bulmak Olmak
Bilgi arayışları öteden beri insanlığı meşgul etmiştir. Merak saikası bilme, kavrama, olma, olgunlaşma, eşyayı tanıma, eşyanın ardındaki sırrı keşfetme insanın fıtratında vardır. Âdemin yolculuğu da ilahi bir kararla burada başlamıştır. Azizim cancağızım, Allah resulü “Bana eşyanın sırrını göster” diye duası meşhurdur. Çünkü eşya bir aynadır. Aynanın ayna olabilmesi için arkasının ardının sırlanması gerekir ki.
Ayna suretleri gösterebilsin. Her eşyanın sırrı yaratılışı ne için ise ona özel bir SIRLA, Allah tarafından sırlanır. O aynayı kuşatan çerçeveyse onun kaderidir. Bilgi başlı başına yeterli olmaz. Onun eşya ile buluşup, maddeyi şekillendirmesi, cisme vücuda bürünmesi gerekir. Vücuda bürünmüş bir bilgi ilahi bir nizamla kainatları, alemi sonradan olma her bir mahluku var eder. Bütün yaratılmışlar, bir araya gelerek ilahi tecellinin ayineleri haline gelirler. Kendi lisanları, kendi hilkatleri gereği aynayı vücuda getiren onları sırlayan, sır sahibinin bir delili bir burhanı bir ayeti olur. Eser ustasından müessirinden ona tesir edenden haber verir.
Bir yazı varsa, onu yazan bir kalem,
O, kalemi tutan bir el vardır. “Nun vel kalemi ve ma yestarun.”
Kalemden kağıda aktarılanlar, yazanın ne yazdığını ne niyetle? ne maksatla yazdığını anlamak o yazıyı okumaktan geçer. Yazan hakkında okuyana bilgi verebilir. Yazan yazılan da pek çok şey de anlatabilir. İnsan yaratıcısının en büyük aleti ve en büyük delilidir. Kendi yaratıcısının beyanı ile “Ben insanın sırrıyım insanda benim sırrımdır” buyurmuşlar.
Bilgi eşyanın sırrını keşfetse de sırrı keşf ;İş oluş, amel bütünlüğü ile eşyaya ademe faal bir hareketlilik yaratıcısına karşı bir yakınlaşma sağlamıyor, eşyayı vücuda getiren halikına onun istediklerine uymaya yapmaya ve çalışmaya ibadete götürmüyorsa bilmenin neticeye tesir eden bulmaya, olmaya, götürmeyen salt bir malumattan öteye geçmediği ve geçemediği hükmünü verebiliriz. Bilmek eşya da bir tesir ve dönüşüm vücuda getirmez. Eşyadaki güzellik asıl maksadı görememek on da görünen ilahi tecellinin cemal güzelliğidir. İnsan güzeli sever. Güzele meftun olur. Eşya ile etkileşim ve ona sahip olmak ona verilen cemal ondaki mekr ve fettan güzellik kimilerinin aklını başından alır. Eşyayı kendisine hizmetkar olarak verilen unutulur. Çünkü onda böyle bir fitne ve aldatış vardır.
Kendisine hizmet etmek ve insanın kölesi olan eşya onun kullanımına sunulanın esaretine dönüştürülür. Asıl istenilen gayeyi unutmak hikmeti eşyayı kıymetsiz hale getirir. Çoklukta tanınan, çoklukla tanınan, eşya yani kesretin cemali ve cezbesi diğer eşyayı tanıyıp ona yöneliş her bir eşyadaki lezzetin farklılığı insan denen varlığı eşyaya daha bir mecnun yapar ademi.
Ve eşyanın cazibesi bir müddet sonra ona aşık olanı yutar.
Sınırla kayıtlanan insanın vakti saatine kadar mühleti dolar, aşık olduğu kendini kaptırdığı eşyadan zorunlu bir ayrılışın elemi, hüznü, firakı kapladığı gibi eşyayı eşyayı vücuda getireni, onda müessirinin maksadını unutanı onun için yapması gerekeni ve istenileni
ötelemesi, eşyaya sahiplik onu istila edip cezbesinin zevkindeki mest ve sarhoşluğundan uyanması rüya imiş hakikati ben nasıl unuttum, hayıflanması eşyayı bilmenin cazibesindeki hayrete takılıp gereken faaliyet ve ameli göstermesi ve onu yapması asıl maksatmış ve bilmekten daha önemli imiş anlayışının pişmanlığı gelip sinelere yüreklere oturuvermiştir amma “İş işten geçmiştir” deyimi gelmiş baş köşeye kurulmuştur
Asıl iş unutulmuş aslolmayan iş asıl işin yerine oturmuştur.
Kimileri “Bunu karaya oturmak” diye söylerler, kimileri “Çuk diye oturmak”
Eski İstanbul kabadayıları ise “Kucağa oturmak” demişlerdir.
Bilginin bilmenin peşinde koşmak iyidir de, faideli mi? Faidesiz bilgi mi? olması da önemlidir.
Aslında bilmekten kasıt marifete ermektir. Her şeye AMELE, ibadete bilime, ölçümüz bütün hepsine bir adalet içinde yaklaşıp her şeyi yerince yerli yerince yapmak bir işi, ameli en önemli olanın önüne geçirmeden hakiki öncelik ve istenilenleri yaparak kıymetsiz olanı kıymetli olanın önüne koymadan, önce onu yaparak, diğerlerini de sonrasında yapmaktır. Bilgelik
Marifet asıl gayedir.
Marifet ise arif olmakla anılır.
Nitekim “marifet iltifata tabidir” olduğu gibi “ilimde malumata tabidir”
İlimleri bilene alim,
Allah’ı bilene arif derler.
Her alim arif olamayacağı gibi
her arifte alim olmaz.
Hakiki arifler ve alimler Allah’ı bilenlerdir. Her ikisini bilenlerde şüphesiz ki
Biz Hakim deriz
Kendine hüküm edemeyen eşyaya esir olup ona hüküm edemeyen hüküm etmeyi ona sahip olup onu kullanma sananların aldanışlarına düşmeden Eşyayı Allah namına alıp Allah namına işleyen onu Allaha kulluğa ve iyiliğe vesile kılanlara
Hakim denilir
Diğerlerine ise hekim denir.
Misal mi istersin cancağızım Lokman Hakim
Dikkat et lokman hekim demiyorum Hakim diyorum
Kurandan da delil olsun diye
Lokman Suresi
Başka katından ilim verilen Süleyman’ın
Veziri Süleyman Peygamber, başka hızır başka Zülkarneyn demek ki
İlim başka alim başka arif başka bilmek başka
Felsefe yapmak başka, güzel söz öğüt vermek başka hekim olmak başka hakim olmak başka
Ey derviş ey cancağızım
Sırla sıralanmış Hz Adem olmak eşyanın sırrını bilip ondaki sırrı çözüp Allah’ın gerekli farz kıldığı ibadetleri yapmak başkadır.
Derviş…!!! bilmek bulmak, olmak için önce nefsinin kötü huylarını öldürüp bahanesiz, Allaha kulluk yapmak başkadır.
Fikrin süprüntsü, sürtüğü, yosması olmamak lazımdır.
Rafine bilgi İrfan önemlidir.
“Ayinesi” iştir kişinin lafa bakılmaz.
Kabak soymaya devam ediniz Aşçılar.
Âriflere esrâr‐ı Hüdâdan haberim var,
Âşıklara dildâr‐ı bekâdan haberim var.
Ey firkât oduna yanuben bağrı delinen,
Gel kim yârene türlü devâdan haberim var.
Gel ölü isen sözlerime tut kulağın kim,
Can bahş edici nefh‐i nidâdan haberim var.
Âdem yüzü ol yâre mukâbil dedi Ahmed,
Bu sözde olan remz‐u îmândan haberim var.
Gir mekteb‐i irfâna oku Âdemin ilmin,
Âlemlere bu ilm‐i künâdan haberim var.
Vechinde yedi Fâtihâ âyâtı yazılmış,
Âdemdeki âyât‐ı Hüdâ’dan haberim var.
Âdem‘de bulup vasf‐ı ilâhîyi Niyâzî,
Ol mecma‐i evsâf‐i amâdan haberim var
Hz. Pîr Niyâzi Mısrî .
İbrahim YERLİKAYA