Bir Dizi İnci
Anlam denizinden indirdik ise kelimelerle dünyaya bir dizi inci . Her birinde bir giz ,sır gizli . Hayata dair onca söylemden geriye ancak toz toprak kalmış ise yorulma bu hayatta daha ne inciler gizli . Birbirini kovalayan bu sırrı devranda ne harikalar ne matemler gizli . Söylemek dilediğin gibi söyle çünkü her kelimede biz gizli . Gizleri aşikar edecek bu alemde her bir hayat içine nakşedilmiş onca nakış ile , bilen gözlere aşikar olan ne yücelikler gizli . Umudun dili dilimiz olsun , sen yaz ki her yazıdan bu aleme inen rahmet gizli .
Sakin olasın ey can , sakinliğin içerisinde ki o durulukta , bir neyin sesi gizli . Solmayan baharlar açılmaz ise bir çiçeğin yaprağında bu ne hüsrandır . Her vaktin içinde bir zaman , her zamanın içerisinde an , her anın içerisinde hay gizli .Bu mevsimler geçer gider ise de aldırma . Zamansızlığın içinde sonsuzluğa uzanan nice kelimeler ile bir bade gizli . Söyle ey can yüce rabbin adıyla başladıysan eğer her oluşta bir başka başlangıç gizli . Suret içre suret , cümlesi bir libas giyer rengarenk , her libasın bir nakşı var , nakışı işleyen el bir alet tutar isede o eli tutan var . Sen var ben var dersin lakin ne sen ne ben var . Cümle alem çokluk der ise de o çoklukta vahdet var . Her yanın da durup duran seninleyken bu hasret neden . Çırpınıp durduğun gitmek için , altı cihet olsa da her yerde o var . Nereye gidebilir bir can kendinden kaçsın . Bu alemde mekan var ise o alemde sireti var.
Cümle alem değişir durur . Bu çırpınışta nice faide var . Her dem bir başka şan ve şen . Her dem bir başka suret ile görünen zahir olan bir hayal . Öyle bir hayal ki sanırsın gerçektir. Rüyalara bak ki rüyalar kadar gerçek gelen ve ama uyandığında başka bir gerçeğe gözünü açan ve ama öldüğünde de bambaşka bir gerçeğe uyanan kimdir . Bu gerçek ne olmalı ki birbirinin üzerine katman katman dolanmış ve her biri birbirine geçmiş . Bu gerçekler arasında biri aşağıdan biri yukarıdan iki kesit var . Arasına ise biz uyanıklık hayatı deriz . Hangisi bizim gerçeğimiz .
Manalar aleminde her duygu ve düşünce , her fiil ve her niyet bir suret giyer de karşına gelir . Madde adeta manaya ram olmuş , onun boyunduruğu altında şekillenip bu manaya uygun , yarayışlı hale gelmekte. Bir marangozun ağacı bir eşyaya çevirişi gibi aslında kendi manasında ki bir hayali maddeye nakşedişi gibi cümle madde alemi de mananın eseridir . Bu yüzden derler ki maddenin olduğu yerde mutlaka mana vardır . Mana adeta maddeyi işler geliştirir . Peki bu mananın kökeni nedir . Hangi prensibe bağlı olarak ve hangi yönde bir gelişim için hararetle çalışmaktadır .Neden madeyi işlemeyi kendine vazife edinmiştir . Ki bakarsanız hayatlarımızın tamamı maddeyi işlemekle geçmektedir .
Maddenin ilk oluşumunun yokluk olduğunu söylerler . Oysa yokluk bir şeyi meydana getirmeye meyyal ve kudret sahibide değildir . Demek ki maddenin oluşmadan evvel onu oluşturan bir kudreti kabul gereklidir . Çünkü maddenin en büyük prensibi etki tepki kanunudur . Madde etki olmadan tepki vermez . Demek ki maddenin oluşumundan evvel onu meydana getiren şey bir etki sahibi idi . Bu etkiye insanlık kudretle özdeşleşen isimler verdi . Biz Allah dedik . Etki edenin etki ettiği şey ile bir kontaktı olmalı . Yani ona bir teması olması gerekir . Bu temasa biz Muhammed’i ruh dedik . Hem içinde olmalı idi hem bir yönüyle dışarıda kalmalıydı etki eden Allah. Ve etkiyi taşıyan bir şuur olmalıydı . Bu şuura biz ruh dedik. Ruh ne maddedendi ne Allah’tan . İkisi arasında bir medyatör olarak çalışıyordu . Allah’tan gelen tesiratın maddeye indirilmesi vazifesiyle maddeyi şekillendirmeye başladı . Burada ruhu görenler Allah sandı . Bu yüzden ona çokluk isnad ederek Tanrıları tanımladı insan. Her bir ruh yani şuur yani mana için bir başka isim koydu. Her bir kudreti temsilen yaratıcıyı tanıyıp andı . Lakin kudret , kudret sahibinin ancak fiili ve manası hakkında fikir verir . Zatını ise asla bilemezsiniz. Mesela deftere yazılmış olan bir harf in şuurlu olduğunu farz etsek bile ancak kendini yazan kalemi tanır , onu da ancak kendisi iki boyuta nakşedildiği için kalemin ucundan kalem ile kontaktı olur. Kalemin uzanan üçüncü boyuttaki zatını tanıyamaz . Çünkü üçüncü boyuta yani yüksekliğe dair bir anlayışı yoktur. Ancak yazan kalem kendisi hakkında ki bilgileri yine harfin kendi cinsinden olan diğer harfleride yazıp çizerek kendini kısmen belki harf veya iki boyutlu aleme anlatır . Kendini çizmesi kağıda ancak bir iz düşümü olur. Bir yansıma olur. Aynen aynada yansıyan kendi görüntümüz gibi . Ancak o zatı değildir kalemin. Bizde yaradanı ancak isim sıfat ve fiillerinden tanıyabiliyoruz . Kalemin yaratırken harfleri kendi boyutundan iki düzlem alemine teması gibi biz de biliyoruz ki yaratılmış olanların yaratan ile bir kontaktı vardır ama bunun nevini bilmiyoruz .işte bu kontakt noktasına yaratan insanı halk ederken ona kendi ruhumdan üfürdüm diyerek şerh etmiş. Verdim demiyor ancak dikkat etmek gerek , üfürdüm diyor ki burada ki incelikten verdim deseydi şayet herkesin kendi Allahlığını ilan etmesinde bir beis olmazdı . Oysa orada söylenen üfürmek . Yani ruhumdan bir lahza esinti ile yarattım diyor insanı . İşte bu ikisi arasındaki farktan kulluk doğar ve icap olur . Ve ben insanı kendi suretimde yarattım diyor. Kendi suretinde yaratması ise bilhassa anlaşılması gereken bir sır olmalı ancak . Zira biz Allah’a suret tasavvuru yapmayız . Ancak anlaşılması için bir boyuttan diğer boyuta düşen izdüşümü veya gölge gibi anlamak gerek . Yani nasıl insanın gölgesi de onun silüetinde , suretinde bir şekilde zemine düşüyorsa ve ama bir gölge ile asıl arasında içerdiği mana açısından sonsuz bir mesafe var ise , biz insanlar da Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve bir yandan da ondan bir suretiz . Bu şu anlama da gelir ki bu alemde insan şuur , bilgi ve mana açısından Allah’ı yeryüzünde temsil etmeye en yakın varlıktır . Tabi ki insan dediğimiz vakit kendimizi insana saymak için de fersah fersah yolları önce kastetmemek icab eder . Zira kendi varlığının manasına ve maksadına erişmemiş biri için insandan daha ziyade hayvan demek daha doğrudur . Çünkü o kendini hala ancak kendi bedenini ikame edecek ihtiyaçlara sevk eden ve bunlara erişmek içinde fırsatını bulduğu her yolu uygulamayı mübah gören hayvansı bir hayat sürmektedir . İnsanı hayvandan ayıran onda ki nezih vicdani davranış ve hissiyatlardır . Vicdan ise ancak onun temrinlerine biat ederek ele geçer .
Mana maddeyi işlemekle vazifeli dedik . Neden ola ki bunu Allah kün demekle yapmasın . Ve evet aslında belkide biz o kün deyişin içinde zaman kaydından dolayı akıp giderken , yaratan için o kün çoktan olmuş bitmiş , kalem yazmış mürekkebi kurumuştur bile . Biz zaman kaydı altında yaşamakla memuruz . Çünkü maddenin düzeni içerisinde onu var eden bir şeyde zaman. Zaman olmasa maddede oluşamaz . Çünkü maddenin tutunarak kendini var ettiği düzlemin hamuru zaman . O vakit bu kün deyişin bir parçası da zamana tabi olmak . Tüm yaratılmışlar kendilerine has bir zaman düzlemi içerisinde bulunurlar . Bundan tek münezzeh olan Allah’tır . Bir ressam bir resim yapar . Ve ama yaptığı resimin zamanına tabi değildir . Bir yazar kitap yazar . Orada anlatılan olayların kendi akışı ve kendi zaman dilimi vardır . Oysa yazar o zamana tabi değildir . Kitabın istediği yerini açar , istediği yerini siler , istediği yerini yeniden yazar . Ama hala o kitabın iç zamanına tabi değildir . Allah ise hiçbir zaman kaydına tabi değildir . O dilediği her zaman ve anda , geçmiş veya geleceğin içerisinde , kitabın dilediği sayfasında ve hatta her sayfasında aynı anda olup yine de zamana tabi değildir. Nasıl insanı kendi suretinde yarattı ise ve ama o suret nasıl onun zatından değil bir iz düşümünden ibaret ise bu içinde olduğumuz zaman da aslında Allah’ın tasavvurunun madde üzerinde ki iz düşümlerinden biridir . Bir ressamın bir resmi nakletmek için kullandığı tuval gibi zaman da aslında mekanın bir parçası olarak meydana gelir . Zaman ve mekan ayrılmaz ikili , hangisi varsa diğeride mutlak olarak vardır . Bu yüzden Allah nasıl zamana tabi değilse yine o romanda ki yazarın anlattığı mekandan münezzeh oluşu gibi mekandan da münezzehtir . Ancak burada anlaşılması gereken münezzehlik tamamen bunların haricinde oluş değil bunlara hakim oluş anlamına gelir . Ayetel Kürsi de ki “ Onun kürsüsü gökleri ve yerleri içine alır “ ayetine müteakip onun kudret eli hakim unsurdur . O dilediği gibi yapar dilediği gibi tasarruf eder . Ve O’ nun tahtı bütün bu zaman ve mekan döngüsünün üzerinde kurulmuştur . Taht , kürsü , kudrete , yönetim erkine, hakimiyete işareten , hakim oluşa , sevk edişe de işareten cümle yaratılmışların üzerinde bulunur. Bu üzerilik yön belirtmek , mekan belirtmek anlamında değil , ancak anlayanı kabiliyetlerine hitaben söylenen bir yakınlaştırma ifadesidir . Çünkü baştan da demiştik ki Allah zaman ve mekandan münezzehtir . İşte o kürsünün derin manası o münezzeh oluşa koyduğumuz antiparantezi anlatır . Yani kalemin kağıda değmesinden , kalemin üçüncü boyuttan iki boyutlu aleme iz bırakışındaki o iki boyutlu aleme temasına işarettir. Bu temasın nevi bilinmez . Ama olduğuna işarettir . Bu yüzden Allah’ın zatı hakkında tasavvur yürütülmez . Çünkü ne düşünsek doğru değildir .
Bizler yaşadığımız bu dünya yaşamı içerisinde hep bir gaileye , bir arzu dünyasına kapılmış giderken aslen olan şey bu içeriği koskocaman bir hiç olan dünyaya sarılmaktan ibaret . Bu sevgi , arzu ve sevk olmasa hiçbirimiz dünyada bir dakika bile durmazdık . Allah kalplerin sahibidir . İki cins arasında bir sevgi olmasa ardımızdan gelecek bir nesil olmazdı . İşte bizler bu dünyanın bize sunduğu bir takım haz ve tatmin lerin peşinden koşarken aslında belkide asli varlığımız bize unutturulmak istendi . Çünkü asli varlığını hatırlayanların dünyada bulacağı tek duygu hasretten ibarettir . Bir ayrılık acısı ki insanın sesi kesilir adeta ağlayamaz bile. Bu ise dünya icabına aykırıdır . Varlığın kısıtlı bir süre bu hayatın içerisinde bir takım alış verişleri yapması beklenir . Bir oyalanma , oyun bahçesi gibi her varlığın kendi özüne dair keşifler yaptığı bir oyun bahçesi .
Herkese iyi eğlenceler. Aşk ile …
Hamdi Kemal BAYRAM