Horasan Mektebi
Horasan bölgesinde ortaya konulan Melâmetî-Horasânî doktrinin hangi
kavram haritaları üzerine oturduğunu anlayabilmek için, öncelikle; İslâm’ın
Asya’nın içine doğru yayılma sürecinin tarihini ele almalıyız. Bu tarihî okumayı yapabilmek için ise, politik-siyasî-içtimaî olayları tematik olarak ele almalıyız ve yeri geldiğinde de kritik yaparak yolumuza devam etmek durumundayız
Bilindiği gibi; Efendimiz, Hazret-i Muhammed’in (s.a.v) vefatından sonra ümmet arasındaki halifelik tartışmaları giderek ivme kazanmış ve en sonunda da siyasî ve kavmiyetçi bir asabiyete dönüşmüştür. III.Halife Hz. Osman’ın şehit edilmesi, bu asabiyeti daha da tırmandırmış, arkasından Hz. Ali (k. v.) efendimizin halifeliğinin, bazı siyasî komplolarla sabote edilmek istenmesi ve sonrasında da Muaviye’nin siyasi hamleleri ile kardeş kanının dökülmesi ve nihaî olarak Hz. Ali (k. v ) efendimizin şehit edilmesiyle yaşanan korkunç olaylar; dinmek bir yana, Muaviye’nin oğulları tarafından da devam ettirilmiş ve bu saltanatın tutkusu ne yazık ki sevgili peygamberimizin torunlarının şehit edilmesine kadar varmıştır.Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin efendilerimizin şehit edilmesiyle eş zamanlı olarak “İslâm Devleti’ bir yandan görece imparatorluk sınırlarına konuşurken bir yandan da tamamen süflî bir saltanata dönüşmeye başlamıştır.Emevî ve Abbasî Hanedanlıkları tarafından paranoidçe takip edilen, katledilen, zehirlenerek öldürülen masum Ehl-i Beyt’in bu serencamı halen gönüllerde derin bir sızı olarak yaşamaktadır. Bu süflî paranoya bugün bile saygıyla yâd ettiğimiz mezhep imamlarımızın işkencelere maruz kalmasına da neden olmuş, tarihî vesikalara bakılırsa iki büyük mezhep imamı (İmâm-ı Azâm ve İmâm -ı Hanbel) zindanlara atılmış ve maruz kaldıkları işkencelerden ötürü vefat etmişlerdir.
Sonuç olarak bu baskıcı siyasî erk, ümmetin içerisinde ki mâsum-î pak olan vicdanları daha da yaralamış ve sonrasında yine ümmet içerisinde.
Kur ân ahlakıyla ahlaklanmış bazı müeddeb insanların bu sebeple içe kapanmasına neden olmuştur. İşte bütün bu yaşananlardan ötürü, yani bu siyasî erkin müstebit yaklaşımı neticesinde/karşısında, sonuç olarak içe [tiye] kapanan ve dünyaya sırtını dönen bir münzevîler hareketinden söz edebiliriz. İnzivaya (deprivasyon) girerek/çekilerek, İktisadî ve İçtimaî olandan/alandan da çekilen, ve sonuçta salt dindarlığa konuşlanan bu ilk kopmaya İslâm tarihinde Zahîdler Hareketi’ de denilmektedir.Demek ki, Hazret-i Peygamber in vefatından sonra halifelik makamının bir saltanatlığa (hanedanlığa) dönüşmesi, ümmet içerisinde Arap milliyetçiliğinin baskın bir unsur olarak giderek kendini hissettirmesi; son tahlilde, ümmet içerisinde farklı dinî-siyasî-tasavvufî mekteplerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Çünkü, Emevîlerin ve Abbasîlerin zulmünden kaçan veya uzak kalmaya çalışan geniş halk kitleleri, aynı zulümden kaçan Evlâd-ı Resûl’ün etrafında toplanmaya başlamıştır. Neseb olarak Seyyîd veya Şerif olan imamların etrafında toplanan veya bu imamlardan eğitim almış seçkin kâmil insanların etrafinda toplanan geniş halk kitleleri, bir anlamda tasavvuf hareketinin ilk mihmandarları ve de başlatıcıları olmuşlardır.
Özellikle dedelerinin uğramış olduğu zulümden uzaklaşarak Horasan bölgesine kadar hicret eden peygamber torunları Imâm-ı Musâ Kâzım ve İmâm-ı Aliyyü’l Rızanın, bu bölgede İslâm’ı ve Hazret-i Peygamberin vaazetmiş olduğu yüce Kur’ân ahlakını yaymaya başladıkları tarihî bir gerçektir.
İşte bu sebepledir ki “Horasan Ekolü’ veya “Horasan Mektebi ’ olarak adlandırılan bu tecdîd ve ihya hareketi, gerek İslâm’ın yeniden aydınlanmasında, gerekse tasavvuf tarihinde ve özellikle de Türklerindir İslâmlaşmasında son derece güzide ve müstesna bir yere sahiptir.
İbrahim YERLİKAYA