ASIRLAR ÖTESİNDEN SEMA

ASIRLAR ÖTESİNDEN SEMA

Mevlana Celaleddin Rumi ve ardından bıraktığı şaheserleri, adeta bir dünya mirasıdır. Zira onun öğretisi, sadece Müslümanlar arasında değil, farklı inanç, ırk, renk ve ideolojilerde olumlu yankılar bulmuştur. Ölümünün üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen, bir dünya düşünür ve filozofu olarak, eserleri ve fikriyatı güncelliğini ve tazeliğini korumaktadır. Bu hal, yerküre üzerinde Çok az kişiye nasip olacak bir imtiyazdır. Ancak böyle bir ayrıcalığa sahip olan Mevlana’yı hamken yakan ve pişiren, sonunda kemalata/yetkinliğe ulaştıran Şems-i Tebrizi de unutulmamalıdır. Gizemli bir safi olan Şems’in olağan dışı hayat serüveni ve nihayetinde Mevlana’yla Konya’da vuslatı, ikiz ruhların ilk buluşmasıdır. Tek ruhta iki beden olan Mevlana ile Şems’in arasındaki muhabbet, dostluğun ötesinde bir dostluğa bürünmüştür. Ta ki Şems’in yitik hale dönüşmesine kadar … Fakat onların arasındaki görünmeyen yakın bağ, müridlik ve mürşidlik hallerinin zaman içerisinde yer değiştirmesine sebep olmuştur. Bu anlamda ikiz ruhların konuşma dili, semadır. Sema, tarif edilemeyen ve anlatılamayan bir aşk ve muhabbetin yansımasıdır. Onda zikir, müzik ve bilim/maddi alem birbiriyle bir senteze ulaşmıştır. Müzik, Mevlana’nın gözünde, filozofların dediği gibi, gök cisimlerinin dönüş seslerinden doğmuştur. Ancak Mevlana, aşıkların gıdası dediği müziğin, cennette duyulan nağmeler olduğundan asla kuşku duymaz. Onun için müzik ruhu diriltir, hem bedeni hemde  nefsi bütün kem hallerden arıtır, arındırır ve saflaştırır. Konuşmaktan ve söylemekten ziyade dinlemeyi seven Mevlana, müzikle gül bahçesine açılan bir pencereye kavuşur. Bu bahçede müzik 

aletlerini çalan çalgıcı, hasta gönüllerin şifa bulmasına sebep olur. Gül bahçesinde, Mevlana, naz etmeyi bilmeyen sazla karşılaşır. Orada bir taraftan davul heyecanlandırır iken, diğer taraftan zurna, dayanamaz ağlar. Aşıkların dili ve sesi olan rebab, yüzüstü düşen kemençe, lalelerin çaldığı kudüm, aynı yerin sakinleridir. Vuruşlara aşık olan pek yüzlü def, gönülden nağmeler koparan tambur ve feryat eden kopuz da gül bahçesinin güzide varlıklarıdır. 

Bahçede, Mevlana’nın nefesinden üflenen neyin yeri bir başkadır. Zira ney, Allah’ın sırlarından insana fısıldanan sestir. Nitekim bir kamışken, onu sazlıktan koparan Hz. Davud’dur. Kamış, insan bedeninde tecessüm eder, bir dost olur. Ancak neyin sesindeki ayrılık ve aşk ateşi, hiçbir dostlukta bulunmaz. Can neyi, feryat eden ney, Hz. İsa’yı rahminde taşıyan Meryem’in çektiği acıların ve ıstırapların tercümanı olur. Nihayetinde neyin sesi, aşk evinin temel harcı olur.

İbrahim YERLİKAYA

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir