Bülbülün Dilinden Bir Soruya Cevaben 

Bülbülün Dilinden Bir Soruya Cevaben 

Bülbülün dilinden bir soruya cevaben 

O olacaksın o da sen sen onu ondan  o da kendini senden seyr edecek sen hayret vadilerinde şaşkınlıkla  her bir tecelliye mazhar oldukça  vuslat sandığının bir zan olduğunu bilerek kullukta mahviyet içinde tecelli sarhoşu iken o meyhanede beraber onun sunduğu şarabın mahmurluğu ve sekri ile kendinden geçtiğinde o sevgili çekip gitmiş olacak. 

sen hayıflanacaksın yine sarhoş oldum diye. Şimdi sormak lazım sevgilinin tecelli şarabını onun elinden içmek mi? yoksa sevgili ile olmak mı? 

Her tecelli o güzel sevgilinin işve ve nazı cemal gösterisi, vuslat dediğin bekâ menzillerini geçip daim onun cemaliyle olmaktır. 

Dünya da hakiki vuslat olmaz. La mekan sultanı o sevgili fani olan bu dünyadan bize tattırdığı mahduttur,sınırlıdır.

Evet dünya tecelli yurdudur. Hiçbir tecelli ve vuslat burada bizatihi ayni değildir. Hep hicaplı ve perdeli dir.  O, bekâ sultanı, sevgilisi ezel ve ebed sevgilisi, faniyi mesken tutmaz. O, teşrif edince fani, fenaya, fena, bekaya, ebed ve ezel zahir ve batın zatı uluhiyeti, sadece sonsuzlukta la mekansızlıkta konaklar. 

Yani sendeki faniliği  bekâ mülküne çevirdiğinde kendi gibi kılar. Zira sen ondan haza min nefhatiy ruhi ile biz insana can veren zatımızdan bir buse kondurduk ki o bize rücu edip dönüp tekrar bizim ona kondurduğumuz busenin nefesi ile  bize dönsün.bu sır bize söylenmese hepimiz bu fani dünyadan ebedî yurda sevgiliye dönmezdik. Sevgili o sırrı kulağımıza fısıldadı. canlarımızı ona sunan o, can meleği sevgilinin kulağımıza fısıldadığı o sırrı ruhumuza terennüm ettiğinde biz o sevgilinin ebedî vuslatına sefer ederiz. 

Onun busesi  olmasa, ne fenâdan ne bekadan bahsedilebilir mi.

İşte o ruhumuza üflediği sırrı buseyi anlamazsak nasıl gönlümüzde o busenin hayat veren nefesi ile fena ve bekâ gülleri açılıp kendini göstersin.

Kırmızı gül o sevgilinin busesinden o kadar utandı ki, baştan ayağı utancından kan rengine boyandı. Sevgilinin busesinden buram buram terledi. O, sevgilinin busesi onu sarhoş etti de o sevgilinin sunduğu busenin  ıslaklığı gülde güzel bir koku bıraktı öyle bir açıldı ki o sevgilinin bir tecellisi her bir zerresinde yaprağında kendini gösterdi cemal lütfü onu celalin ateşinin al kanlarına boyadı bu nasıl bir celaldi ki gül yaprağının her birini ipek gibi yumuşacık yaptı. Bülbül bu sırrı keşfettiği için gülden ayrılmaz. Öyle bir gülün aşkına binlerce dikene razı gelirde vuslat, celal cemal rıza, fena ve beka dan gülün hikayesini söyler, ama herkes sanır ki, gül bülbüle aşıktır. 

O, müşahadeyi yaşadığından daima o busenin kokusunu aldıkça feryad ve figan eder. Gülün ozanlığını yapar. O, da o sırda ve hilkatte gülün yaşadığını tatmak vuslat arzusunu dindirmek ister. Mevlana ne demiş Gül yoksa da, gül suyu da mı yok………. Nerede vuslat

Sevgili ezelden böyle istemese, bu firkatı bu vuslatı bize yaşatmaz. Cennet yurdunda bizi tutar buralara atmazdı ki. 

Sevgilinin cefası var, nazı var. Bülbül devamlı gülün başında öter, durur. Gül açılsında o güzelliği görsün, ama ne fayda…… Vuslata, visale ersin. O, meftun, mecnun, bülbül hep uyuya kalır. ya da oradan başka bir yere uçmuş, biraz sevgiliden öteye varmış olur.

Gül açılmış bülbül için visal, vuslat başka bir

Bahara kalmış, ama olsun. Bülbüllük aşıklık istidanın en has vefakarıdır. O, nazenin kuş,. 

En sonunda yine bülbül, canını gülün ayaklarında teslim eder. 

Dermanı vuslatı ona kavuşamamaktadır.Derdine derman ararda dermanı yine burada bulur. 

Aşıklık istidadı kemale gelmemiş hiç bir bülbül avcılara yakalanmaz.Avcılarda onu yakalayamaz.  Çünkü o güllün sırrını henüz idrak etmemiştir. 

Ne zaman idrak eder, avcılar hemen onu yakalar Bu sefer götürüp satarlar. Saraylarda kafeslerde onun hikayelerini ötüşlerini dinlerler. Herkes ona meftun olur. Onu idrak edince bülbül artık güle kavuşamayacağını bilir. Firkatten acı acı ötmeye başlar. Visal, vuslat hayali ayrılık şarkılarına dönüşür. 

Sarayda beslenen bülbül gül bahçesine salınmaz Kafesle gül bahçesinde güllerin yanına bırakılır. Ne gülün dikenine konabilir. Ne de o gülün narin dalına konup, gül’ün kulağına onun hikayesini anlatabilir. Ne acıdır. vuslat güle yanaşmak hayal olmuştur. Şimdi onun feryadını anlamayan insan güzel sesine vurulmuştur.İnsan  kendi bahçesi de olsa onu bahçeye salmaz ki, gül dalına konsun koklasın.bülbülü daima yanında tutar insanlar. 

O, güzel sesi için alıkonuldu. İnsan bu sırrı  bilmez.bilenlerde ariflerdir ama onlarda kimseye sezdirmez. Bakar tebessüm eder. Ağyar nadan hissetmez.Arif sır sahibidir. bülbülden ibret alır da bir kelam etmez. Zira  bülbülün ızdırabı artmışta daha bir firkatten dem vurmuştur, Ah! Bülbülün çektiği dil belasıdır, derler, Ama hilkati öyledir. Aşıklara remz olmak kolay mıdır ki…….. 

Aslında firkatinin ve vuslatının acısını içine gömüp lal olsa ötmüyorlar diye salıverirler. Mevlananın mesnevisinde geçer. 

Eğer bülbül  mesnevideki  arkadaşlarından yardım isteyen, tuti, papağan hikayesini bilseydi dersini alır, nasıl davranması gerektiğini öğrenmiş olurdu. Herkesin istidadı başka başka, gülün başka, bülbülün başka, câhilin başka, nadanın başka, Agahın başka.,gafilin başka. Herkes niçin yaratılmışsa o ona kolaylaştırılır cancağızım

her kuş kendi cinsi ile uçar,. Herkes her neye layık ise onunla düşer kalkar. 

Allah kolay kıla sûlûğümüzü

hoş kıla gönlümüzü

doldura can özümüzü 

cemaline baktıra gözümüzü 

varsın bu sırları bülbül hikayet etsin gülden şikayet etsin biz arifçe söyleyelim canım efendim 

“Rabbi yessir ve la tu assir rabbi temim bil hayr. “

Aşk olsun.yeter ki aşk olsun….

Bülbül bir sırrı çözdü de böyle oldu. Sahi hangi sırrı çözdü, gülün sırrını mı? kendi sırrını mi? 

yok sahi vuslatı mı  firkati mi, 

acaba sırrı ifşa etti de gülden mi  uzaklaştırıldı kafeslere düştü

Bilemedim ki……..

İbrahim YERLİKAYA

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir